VATİKAN-İSRAİL İLİŞKLERİ
Son yıllarda Vatikan yüz yıllardır arası bozuk olan
Yahudilerle arayı düzeltmeye çalışıyor. Herkesin bildiği gibi Katolik kilisesi
yüz yıllardır Hz. İsa'nın ölümünden Yahudileri resmen sorumlu tutmuştur.
Katoliklerdeki Yahudi düşmanlığı da bu resmi tavırdan kaynaklanmıştır. Vatikan
bu resmi tavrını ancak 1965 yılında değiştirmiştir. O yıl toplanan reformcu
İkinci Vatikan Konseyi aldığı tarihi kararla Yahudilerin Hz. İsa'nın ölümünden
kolektif olarak sorumlu olmadıklarını açıklamıştır. (zaman.com.tr, Fikret
ERTAN, Erişim Tarihi 09/07/2015)
Hz.
İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan bir cuma günü, Hristiyanlar arasında her
yıl bir takım dua ve ritüellerle anılır. II. Vatikan Konseyi’ne kadar Hz.
İsa’nın ölümünden Yahudi halkı sorumlu tutulmakta ve yapılan dualar “Yahudiler
karanlıktan çıksınlar” ya da “Tanrı onların kalplerinden örtüyü kaldırsın” gibi
ifadeler içermekteydi. Ancak Katolik Kilisesinin diğer dinlerle diyalog
politikasını benimsemesi üzerine bu dua değiştirilmişti. Papa XVI. Benedict,
temmuz ayında bir açıklama yaparak bu eski Latince duanın yeniden
kullanılabileceğini açıkladı. Bunun üzerine bilhassa Amerika’daki Yahudi
örgütler, Papa’nın açıklamaları hakkında teessüflerini ve hayal kırıklıklarını
ifade ettiler. Yahudi lobisinden gelen yoğun tepki Katolik Kilisesi’nin geri
adım atmasını sağladı ve dua yeniden formüle edildi. Şu an geçerli olan duada,
sadece Yahudilerin kurtuluşu ve Hz. İsa’yı tanıması için dua edilmekte.
KatoliklerinYahudilerle
olan ilişkilerinin tarihi oldukça karmaşık. Geçtiğimiz asra kadar Yahudiler
Katolik Hristiyanların gözünde lanetlenmiş bir ırk, hatta “Tanrı katilleri”
olarak görülmekteydi. Bu iki dinin mensupları arasındaki uzun savaş ve zulüm
yılları, aralarındaki nefret ve düşmanlığı giderek arttırmıştı. Hristiyanlar,
Yahudilerin Tanrı’yla yaptıkları ahde sadık kalmadıklarına ve bu nedenle, onun
İncil’le değiştirildiğine inanmaktalar. Onlara göre Yahudilik, kuralcı ve
bozulmuş bir dinken, Hristiyanlık merhamet ve sevgi dinidir. Yahudiler sadece Hz.
İsa’yı inkar etmekle kalmamış, onu çarmıha gererek insanlık tarihindeki en
korkunç günahı işlemişlerdir. Hristiyanlar arasında yaygın olan bu anlayış Roma
İmparatorluğu döneminden Katolik İspanya’ya ve nihayet Nazi rejimine dek
tarihin kanla boyanmasına yol açmıştır.
Ancak Katolik Kilisesi, II. Vatikan Konseyi’yle birlikte bu önyargıları ve kalıpları yıkmak için bazı önemli adımlar attı. Konsey’den sonra yayınlanan, Katolik Kilisesi’nin diğer dinlerle ilişkileriyle ilgili belgenin bir bölümü, sadece Yahudilere ayrıldı. Kilise, herhangi bir zamanda herhangi biri tarafından yapılan her türlü Yahudi karşıtlığını kınadı ve Yahudilikle Hristiyanlığın din olarak ortak yönlerine dikkat çekti.
II. John Paul, 1986’da Roma’daki sinagogu ziyaret ederek, tarihte bir sinagogu ziyaret eden ilk papa unvanını kazandı. Papa, yaptığı konuşmada Yahudilere “büyük kardeşlerimiz” diye hitap etmişti. Katolik Kilisesi ile Yahudiler arasındaki bu yakınlaşma siyasi olarak da meyvelerini vermekte gecikmedi. Nitekim Papa X. Pius’un “Yahudiler bizim Rabbimizi tanımadılar; biz de Yahudi halkını tanımayız.” sözünden 90 yıl sonra, 1993’te Vatikan, resmen İsrail devletini tanıdı ve 1994’te elçi değişimini gerçekleştirdi. Vatikan’dan bir yetkili bu olayı, “iki küçük Akdeniz ülkesi arasındaki uluslararası bir diplomasi “anı olarak” değil, Yahudi halkı ile Katolik Kilisesi arasındaki 2000 yıllık uzun tarihte belirleyici bir olay” olarak tanımladı.
Ancak Katolik Kilisesi, II. Vatikan Konseyi’yle birlikte bu önyargıları ve kalıpları yıkmak için bazı önemli adımlar attı. Konsey’den sonra yayınlanan, Katolik Kilisesi’nin diğer dinlerle ilişkileriyle ilgili belgenin bir bölümü, sadece Yahudilere ayrıldı. Kilise, herhangi bir zamanda herhangi biri tarafından yapılan her türlü Yahudi karşıtlığını kınadı ve Yahudilikle Hristiyanlığın din olarak ortak yönlerine dikkat çekti.
II. John Paul, 1986’da Roma’daki sinagogu ziyaret ederek, tarihte bir sinagogu ziyaret eden ilk papa unvanını kazandı. Papa, yaptığı konuşmada Yahudilere “büyük kardeşlerimiz” diye hitap etmişti. Katolik Kilisesi ile Yahudiler arasındaki bu yakınlaşma siyasi olarak da meyvelerini vermekte gecikmedi. Nitekim Papa X. Pius’un “Yahudiler bizim Rabbimizi tanımadılar; biz de Yahudi halkını tanımayız.” sözünden 90 yıl sonra, 1993’te Vatikan, resmen İsrail devletini tanıdı ve 1994’te elçi değişimini gerçekleştirdi. Vatikan’dan bir yetkili bu olayı, “iki küçük Akdeniz ülkesi arasındaki uluslararası bir diplomasi “anı olarak” değil, Yahudi halkı ile Katolik Kilisesi arasındaki 2000 yıllık uzun tarihte belirleyici bir olay” olarak tanımladı.
XVI.
Benedict, Vatikan ve İsrail devlet arasındaki samimi ilişkileri geliştirecek
bir takım önemli adımlar attı. 2005 yılında papa olarak seçilmesinin hemen
ardından pek çok kişi onu diğer dinlerin mensuplarına karşı duyarsız,
hoşgörüsüz bir ideolog olarak tanımlarken, New Yorklu Yahudi liderler,
Benedict’in kardinal olduğu zamanda, ona kişisel tecrübelerini aktararak,
saygılarını ifade ettiler. Benedict, göreve gelir gelmez İsrail yanlısı din
adamlarını önemli görevlere getirip, Müslümanlara ılımlı düşünceler
besleyenleri pasifize etti. İsrail ile Vatikan arasındaki ilişkileri
geliştirmek üzere, Aralık 2006’da İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le görüştü.
Mayıs 2007’de sekiz kişilik Vatikan devleti delegesi ile dokuz İsrail devleti
yetkilisi buluşarak görüşmelerde bulundu.
Öte yandan Vatikan devleti ile İsrail arasında bir takım diplomatik gerilimlerin yaşandığı da bir gerçektir. Örneğin, Hristiyan-Arap din adamlarına vize kısıtlamaları, mal edinme, seyahat sınırlamaları, mali ve idari işlerde İsrail’deki kiliseye bağlı kurumlar üzerindeki baskılar, Vatikan ile İsrail arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemektedir.
Vatikan’ın İsrail’le olan siyasi ilişkilerinde belirleyici bir diğer unsur da hiç şüphesiz Filistin topraklarındaki Katolik varlığıdır. Vatikan 1994’te Filistin’in doğu Kudüs’teki egemenlik haklarını tanımış ve Filistin’le diplomatik ilişkileri başlatmıştı. Yine 2000’de Papa II. John Paul, Yaser Arafat’la görüşerek bir anlaşma imzalamıştı. Bunun üzerine İsrail’den gelen tepki neticesinde Vatikan, anlaşmanın barış meseleleriyle ilgili olmadığını, Filistin topraklarındaki Katolik kiliselerinin durumunu düzeltmeye yönelik olduğunu belirtmişti. (gizliilimler.tr.gg Erişim Tarihi 09/04/2015)
Öte yandan Vatikan devleti ile İsrail arasında bir takım diplomatik gerilimlerin yaşandığı da bir gerçektir. Örneğin, Hristiyan-Arap din adamlarına vize kısıtlamaları, mal edinme, seyahat sınırlamaları, mali ve idari işlerde İsrail’deki kiliseye bağlı kurumlar üzerindeki baskılar, Vatikan ile İsrail arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemektedir.
Vatikan’ın İsrail’le olan siyasi ilişkilerinde belirleyici bir diğer unsur da hiç şüphesiz Filistin topraklarındaki Katolik varlığıdır. Vatikan 1994’te Filistin’in doğu Kudüs’teki egemenlik haklarını tanımış ve Filistin’le diplomatik ilişkileri başlatmıştı. Yine 2000’de Papa II. John Paul, Yaser Arafat’la görüşerek bir anlaşma imzalamıştı. Bunun üzerine İsrail’den gelen tepki neticesinde Vatikan, anlaşmanın barış meseleleriyle ilgili olmadığını, Filistin topraklarındaki Katolik kiliselerinin durumunu düzeltmeye yönelik olduğunu belirtmişti. (gizliilimler.tr.gg Erişim Tarihi 09/04/2015)
Papalık
asırlar boyunca Masonluğa savaş açmış bir kurum olarak bilinir. Zamanla
Papalığın içindeki bazı din adamları Mason localarına gizlice üye oldu. Böylece
Masonik yapılanma Papalığın önemli görevlerinin başına geçti. Roma Katolik
Kilisesi'nin içindeki Masonik yapılanma başlangıçta gizlenirken, zamanla
gizlenmeye gerek kalmayacak kadar güçlenmeye başladı. Bu yapılanma güç
kazandıkça Katolik Kilisesi'ndeki Mason biraderlerinin yardımıyla İsrail ve
Yahudiler lehine başlangıçta Yahudi cemaatiyle sonra İsrail ile yeni yeni
antlaşmalar imzalandı. (timeturk.com, Sebahattin ARSLAN, Erişim Tarihi
09/04/2015)
Vatikan'ın 1985 belgesinden İsrail'i tanımasına
uzanan bu yeni tutumları, dini kisve giydirilmiş, Hıristiyan Siyonistlerin
tutumlarıyla uyuşan siyasi kararlardır. Vatikan'ın İsrail'i tanıması Katolik
inancının özüyle çelişiyor. Mısır'daki Ortodoks kilisesi veya Hıristiyan din
adamı Papa Şanuda'nın aksine Vatikan'ın İsrail'i tanıması, din ve siyaseti
kullanarak Filistin'deki Siyonist gaspa siyasi bir formül uydurmaktan ibaret.
Papa Şanuda veya Mısır Ortodoks kilisesi dini bakış açısıyla İsrail'i
tanımamakta ısrar ediyor. Papa'nın Türkiye ziyaretinde yakınlaşmaya çalıştığı
kilise de aynı kilisedir. Acaba bu yakınlaşmanın sebebi ne? (Londra'da Arapça
yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 2 Aralık 2006)
Dünya dinleri arasındaki etkileşimin bir yönü
de kendi özel ihtisas alanlarını aslen birbirleriyle paylaşıyor olmalarıdır.
Örneğin Budist ve Hıristiyanları ele alalım. Tefekkür uygulamaları yapan çoğu
Hıristiyan, Budizm’in konsantrasyon ve meditasyon tekniklerini öğrenmeye
isteklidir. Çok sayıda Katolik papaz, keşiş, rahip ve rahibe Hindistan’daki
Dharamsala’ya gelerek bu becerileri kendi geleneklerine taşımaktadır. Bazı
Budistler de Katolik ilahiyat fakültelerinde dersler vermiştir. Ben de nasıl
meditasyon yapılacağı, konsantrasyon ve sevginin nasıl geliştirileceği ile
ilgili dersler vermek üzere zaman zaman davet ediliyorum. Hıristiyanlık bize
herkesi sevmemizi öğütler ama bunun nasıl yapılabileceğini ayrıntılarıyla
açıklamaz. Budizm, sevgiyi geliştirmeyi öğreten teknikler açısından zengindir.
Hıristiyan dini en yüksek seviyede bu yöntemleri Budizm’den öğrenmeye açıktır.
Bu, tüm Hıristiyanlar Budist olacak anlamına gelmez, kimse kimseyi başka bir
dine döndürmez. Bu yöntemler onların dini pratiklerine uyarlanarak daha iyi
Hıristiyanlar olmalarında yardımcı olabilir.
Aynı şekilde, çoğu Budist de Hıristiyanlıktaki
sosyal hizmet uygulamalarıyla ilgileniyor. Çoğu Hıristiyan geleneği rahip ve
rahibelerinin öğretmenlik, hastane işleri, yaşlıların bakımı, yetimlerle
ilgilenmek gibi işlere dâhil olmalarına önem verir. Bazı Budist ülkelerde bu
sosyal hizmetler geliştirilmiş olsa da, coğrafi ve sosyal yapı nedeniyle bu,
hepsinde mümkün olmamıştır. Budistler bu tarz sosyal hizmet uygulamalarını
Hıristiyanlardan öğrenebilir. Kutsal Dalai Lama da bu görüşe oldukça açıktır.
Bu da Budistler, Hıristiyan olacak manasına gelmez; Hıristiyanların
deneyimlerinin bazı taraflarından Budistler de bir şeyler öğrenebilir demektir.
Bu sayede dünya dinleri arasında karşılıklı saygıya dayanan açık bir alan
oluşabilir.
Dinler arasındaki bu etkileşim genelde
insanların önyargısız ve açık olduğu en yüksek seviyede gerçekleşir. İnsanların
özgüvensizlikleri ve futbol takımı zihniyeti daha aşağı seviyelerde karşımıza
çıkar: “Bu benim takımım ve diğer dinler de karşı takımlar!” Bu tutum, sadece
rekabete ve çatışmaya sebep olur. Bu durum, dinler arasında da, çeşitli Budist
okullar arasında da olsa oldukça üzücüdür. Buddha pek çok yöntem öğretmiştir ve
bunlar oldukça geniş ölçekte, farklı yapıdaki kişilere yardım edecek şekilde
birbiriyle uyumlu çalışır. O halde, hem Budizm’in içindeki hem de diğer dünya
dinlerinde bulunan geleneklere saygı göstermek çok önemlidir. (berzinarchives.com
Erişim Tarihi 09/07/2015)
12-14 Aralık 2014 tarihleri arasında düzenlenen
14. Nobel Barış Ödülleri Sahipleri Zirvesi için Roma’ya gelen Budist lider
Dalai Lama, burada yaptığı açıklamada Papa ile görüşmek için talepte
bulunduğunu ancak bu talebe olumsuz yanıt aldığını söyledi. İtalyan basınına konuşan
Dalai Lama, Vatikan’ın böyle bir görüşmenin “uygunsuz” olacağı cevabını
verdiğini söyledi. (bbc.co.uk Erişim Tarihi 09/04/2015)
Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis
altı günlük Asya turunun ilk ayağında Sri Lanka’yı ziyaret etti.
Francis, nüfusunun yaklaşık yüzde 70’i Budist
olan ülkeye 20 yıl aradan sonra gelen ilk Papa oldu. Sri Lanka’da nüfusun
sadece yüzde 7’si Hristiyan.
Başkent Colombo’da dinler arası diyalog
toplantısına katılan Papa, 25 yıl iç savaş yaşayan ülkede insan haklarına saygı,
adalet ve birlik mesajı verdi: “Bu ülkenin kadın ve erkekleri yıllar boyunca
sivil çatışmaların ve şiddetin kurbanı oldu. Barış için, dini inançların savaş
ve şiddete sebebiyet verecek şekilde kötüye kullanılmasına izin verilmemeli.” (euronews.com
Erişim Tarihi 09/04/2015)
Bu
noktada Papa’nın Filipinlere ziyareti ve bölgede çeşitli dinlerin liderleriyle
görüşmesi oldukça hayatidir. Bununla birlikte eğer Papa ve diğer dini liderler
her zamanki gibi sevgi, şefkat ve müsamaha demeçleri verir ve Papa bu çalışmayı
yeterli görerek bölgeden ayrılırsa, bunun Asya halkı için herhangi bir
değişiklik yaratması sürpriz olacaktır. Bu belki biraz ümit yaratacaktır ama
başka hiçbir şeye çözüm olmayacaktır.
Savaşlara
son vermek maksatlı, sevgi ve kardeşlik adına bu tip toplantılar oldukça sık
yapılmaktadır ancak bir araya gelmek ve edebi konuşmalar yapmak sanıldığı
sonucu getirmemektedir. Eğer öyle olsaydı dünyadaki pek çok sorun şimdiye kadar
çözülmüş olurdu. Bir konuşmayı sözlerden öteye taşıyan şey sadece samimiyettir ve
insanları derinden etkileyen, kalpleri ısıtan ve sonuçta yerleşik sistemleri ve
hayat tarzlarını değiştiren budur.
Bugün
dünya büyük bir manevi değişim ihtiyacı içindedir, dolayısıyla dünya
liderlerinin düşündüklerinden çok daha fazla yapacak işleri vardır. Yolda
rastladığımız insanların gülümseyen, mutlu yüzleri olmalıdır. İnsanlar diğer
insanlarla karşılaştıklarında onları tanımasalar bile selamlamalıdırlar. Bu bir
kural olarak değil içten gelerek yapılmalıdır.
İnsanlar
birbirlerine karşı ilgili, sevecen ve şefkatli olmalıdır. Örneğin Çin’de doğan
kültürel bir etkinlik olan ‘Dünya Kucaklaşma Günü’ hayatımızdan düşmanlığı
çıkarmamız gerekliliğinin bir göstergesidir. Gülümseme, onun altında yatan
mutsuzluğu gizleyen bir maske olmamalıdır. İçinde yaşadığımız dünya böyle
olmalıdır.
Dalai
Lama hayatımızda sevginin önemini şöyle ifade eder:
“Tüm ana dini gelenekler temelinde aynı mesajı
taşır, bu sevgi, şefkat ve bağışlayıcılıktır; önemli olan bunların günlük
hayatımızın bir parçası olmasıdır.”
Din
hayatın özüdür. Din olmadan hayatta bir şey eksiktir. Din insanlara ihtiyaç
duydukları sevgi ve maneviyatı verir. Tüm dinler sevgiye dayalıdır. Eğer bir
din sevgiden uzaklaştıysa, bu orijinal kaynağından uzaklaştığı anlamına gelir.
Dolayısıyla
manevi bir lider olarak Papa Francis geleneklerin sınırını aşabilir ve demeçler
vermekten daha fazlasını yapabilir. Daha ilk gününden itibaren Papa Francis
şaşırtıcı şekilde, geleneksel olmayan tarzda bir Papa oldu, bazı şeyleri ilk
kez yapan içten biri oldu. Örneğin Papa ilk duasında öne eğilmiş ve
kalabalıktan kendisini kutsamasını istemişti. Daha sonra, hiç kimsenin
kendinden önce gelen Papalardan bekleyemeyeceği pek çok uygulaması oldu. O,
“kilise için dogmatik savaşlardan çok insanlığa sosyal olarak ulaşmanın önemli
olduğu” fikrine inanmaktadır.
Dolayısıyla
dünyanın bu sorunlu bölgesine yapacağı ziyaret sembolik anlamının ötesinde
olmalıdır. Papa Francis bu maneviyattan yoksun, mutsuz insanlar için daha fazla
sorumluluk üstlenmeli ve gücü dahilinde yapabileceğinin en fazlasını
yapmalıdır. Başlangıç olarak bireyleri ve sivil toplum kuruluşlarını hareket
etmeye çağırmalıdır. Onlara ihtiyaç duydukları güce sahip olmaları için asgari
müştereklerde birleşmeyi tavsiye etmelidir. Onlara sevgi dilini
öğretmeli, toplumda bu dili kullanmalarını öğütlemelidir. Mesajı bölgede
yankılanmalı ve unutulmamalıdır.
Kuşkusuz
bu, birkaç günlük kısa bir ziyaretle başarılamaz ancak alevi tutuşturacak bir
kıvılcım olabilir. Papa bölgeyle olan iletişimini sürdürmeli ve sonuç almada
ısrarcı olmalıdır.
Asya’ya
ve dünyanın diğer bölgelerine içten bir umut için maneviyat getirmelidir. Dünya
ondan daha fazlasını bekliyor. (harunyahya.org, Adnan OKTAR, Erişim Tarihi
09/04/2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder