TÜRKLERİN DİNİ TARİHİNDE ATALAR KÜLTÜ
Türklerin dini
tarihindeki atalar kültü konusuna girmeden önce, atalar kültü inancının
içeriğine ve diğer milletlerdeki atalar kültü inancına değinmek gerekir.
İnsanoğlunun soyundan geldiği kimselere karşı tabii ve fıtrî olarak her zaman
duymakta olduğu saygı ve sevginin zaman zaman aşırı bir şekle dönüşmesi,
ataları ölümlerinden sonra da çeşitli şekillerde yaşatma fikrini ve çabasını
doğurmuştur. Öte yandan ruhların yaşamaya devam ettiğine inanılmakla birlikte
bu yaşama keyfiyetinin bilinmemesi veya yanlış değerlendirilmesi, ilkin
ölülerin ruhlarından korkup çekinmeye, daha sonra da onlara tapınmaya yol
açmıştır.
Atalar kültü
ailenin ölmüş üyelerine karşı saygı, tâzim ve korkuyu ifade eder. Saygı ve
tâzim esasen hayatta iken büyüklere, yaşlılara, özellikle baba ve atalara karşı
duyulan ilgi ve yakınlıktan kaynaklanır. Korku ise ata ruhlarının mekân ve
zamana bağlı olmaksızın geriye döneceği, yaşayanlara zarar verebileceği inanç
ve endişesinden ileri gelir. Her iki durumda da ata ruhlarının hayattaki
insanlarla ilişkisinin devam ettiği inancı esastır.
Atalar
kültünün paleolitik devreden kalma izleri vardır ve bu izler özellikle ilkel
kabilelerde (en çok Afrika, Güney ve Doğu Asya, Okyanus adaları) yaygındır. Bu
kabileler ölen atanın mânevî varlığının yeryüzünde kaldığına ve geridekileri
olumlu veya olumsuz yönlerde etkileyebileceğine, ekinlerin ve hayvanların
verimli olmasını, insan neslinin çoğalmasını sağlayabileceğine inanırlar; bu
yüzden onlara yemek, meyve ve çeşitli hediyeler sunar, kurbanlar keser,
adlarına ve anılarına büyük taşlar dikerler; heykeller ve maskelerle onları
temsilî olarak canlandırmaya çalışırlar.
Atalar
kültünün en belirgin şekli Çin’de asırlar boyunca hâkim geleneklerden biri
olarak sürdürülmüş ve daha sonra oradan Japonya’ya geçmiştir. Çin’de halkın ata
ruhları için kurban sunup sunmadığı yolunda elimizde yeterli bilgi olmasa da
geleneksel Çin aristokrasisi atalarının ruhlarının kaderlerini etkilediklerine,
ceza ve mükâfat verdiklerine, kendi neslinden gelenlerden tâzim töreni ve itaat
istediklerine inanırdı. Çin evlerinde özel bir dolapta veya bölmede muhafaza
edilen atalara ait levhalar önünde belirli vesilelerle törenler yapılırdı.
Atalara ait eşyanın bulunduğu bu dolap, asil ve zengin tabakada artık küçük
birer tapınak haline getirilmiştir. Burada, levhaları bulunan atalara danışılır,
bazı kehanet yolları ile onların arzuları öğrenilmek istenirdi. Atalara ait
tapınaklarda onlara kurbanlar sunulurdu. Konfüçyüsçülüğün bazı ekolleri atalara
tapınmayı daha da geliştirmiş, defin, yas ve kurban âyinlerindeki ayrıntıları
belirlemiştir. Chou hânedanı zamanında ölüler için tablet dikme âdeti ortaya
çıkmıştır
(tahminen m. ö. 350).
Eski Çin’de ata ruhları için
yedinci ayın on beşinci günü bir tören yapılırdı. Ayrıca üçüncü ayda bir de
ilkbahar kabir şenliği vardı. Bu şenlikte kabirler ziyaret edilir, onarılır,
süslenir ve ata ruhlarına yiyecek sunulurdu.
Şintoizm’de öldükten sonra
ruhun devamı konusunda müphem bir inanç varken Konfüçyüsçülüğün V. yüzyılda
Japonya’ya girmesi sonucu bu inanç ve atalar kültü gelişerek
zamanla Şinto’nun aslî rüknü haline geldi.
Eski
Türkler’de de Çin ve Japon geleneklerindeki kadar ayrıntılı olmamakla birlikte
atalar kültü mevcuttu. Onlarda ayrıca ata ruhlarına kurban da kesilirdi.
Yahudi ve
hıristiyan geleneğinde atalar kültü ile ilgili az da olsa bazı bilgilere
rastlanmaktadır. Ahd-i Atîk’te, bazı ölülere ulûhiyyet nisbet edildiğine dair
ifadeler mevcuttur (İşaya, 8/19). Ayrıca Ahd-i Atîk’te sık sık geçen ve insan
şeklindeki ev tanrılarının tasvirlerinin ismi olarak kullanılan Terafim’in (I.
Samuel, 19/13) aslında ataların imajı olduğu ileri sürülmektedir. Diğer
taraftan Ahd-i Atîk’te ölülere yiyecek takdimi ile ilgili bilgiler de vardır
(Tesniye, 26/14). H. Spencer, dinin kaynağının atalara tapınma olduğunu ileri
sürmüştür. Fakat diğer evrim nazariyeleri gibi H. Spencer’in görüşü de tenkit
edilmiştir (bk. DİN).
Çin
ve Japon kültürlerindeki kadar güçlü, ayrıntılı, kuralları belirlenmiş ve
yaygınlaşmış olmamakla birlikte İslâm’dan önce Araplar arasında da bir tür
atalar kültü mevcuttu. Nitekim onlar Kur’an’ın daveti, Hz. Muhammed’in tebliği
karşısında, “Biz atalarımızı hangi yol üzere bulduysak o yoldan gider, o yoldan
ayrılmayız” diyerek atalarına bağlılıklarını ifade etmişlerdi (bk. el-Bakara
2/170; el-Mâide 5/104; el-A‘râf 7/28, 70; et-Tevbe 9/23; Lokmân 31/21; Sebe’
34/43; es-Sâffât 37/69, 70; ez-Zuhruf 43/22). Araplar’da, aralarında insan
şeklinde olanları da bulunan (meselâ İsaf ve Nâile) putlar (sanem-esnâm)
yanında, yine önemli kimseler ve bilhassa kahramanlar adına dikilen dikili
taşlar da (nusub-ensâb) vardı. Fakat her aile için kendi atalarına yönelmiş bir
kültten söz etmek güçtür. Şu kadar var ki Hz. Peygamber’in başlangıçta
kabirleri ziyaret etmeyi, oraları bir ibadet mahalli olarak kullanmayı
yasaklaması, Câhiliye devri aile ve kabilelerinin ecdat kabirlerini bir ibadet
yeri olarak kabul ettiklerini, kabirdekilerin ruhlarına
taptıklarını göstermektedir (bk. Cevad
Ali, VI, 48).
İslâm dini
tevhid inancı üzerinde ısrarla durmuş, şirkin ve putperestliğin her çeşidini
yasaklamıştır; ana babaya, ecdada saygıyı emretmişse de bu saygı ve sevginin
onları putlaştıracak dereceye vardırılmasını, onlara tapınılmasını şirkin bir
çeşidi saymış ve kesinlikle haram kılmıştır. İslâm dininde sadece ataları
putlaştırmak değil onların bâtıl olan âdet ve telakkilerine bağlanmak, bunu bir
ibadet haline getirmek de yasaklanmıştır. Ayrıca ata ruhlarının yaşayanları
olumlu veya olumsuz yönde etkilediği şeklindeki bir düşünceye de İslâmiyet’te
yer verilmemiştir.
Türklerin dinsel
geçmişlerinin en önemli unsurlarından birisi de kuşkusuz atalara olan saygı ve
onlar için tanrıya kurban kesmek olarak görülmektedir. Temelde Türklerin
inancındaki atalara saygı gösterilmesi natürizm, animizm ve totemizmden çok
farklıdır. Bunun yanında birçok bilim adamı atalara gösterilen bu saygıyı dinsel
bir tapınma şekli olarak varsaymışlardır. Yalnız burada aydınlatılması gereken
konu Türklerin, atalarına olan tapınması değil ölen atalarının kendilerine
yardım etmesi ya da cezalandıracağı inancı konusudur. Ölen babaları ve ataları
geride kalanlara iyilik ve kötülük yapabileceği inancı geçmişten günümüze
süregelmektedir. Ve aynı zamanda buna dayanarak iyilik ve kötülük açısından
atalar kültü ve ölüler kültünü ayrı olarak düşünmek gerekmektedir. Ataların
yardımına ve iyiliklerine ancak saygıdeğer ve toplumda önemi olan kişiler
erişebilmektedir.
Asya Hunları
her yıl ataları için kurban kesmekteydi. Yalnızca Hunlar değil birçok Türk
budunları da ataları için törenler düzenlerdi. Kurganlara kurbanlar sunulurdu
ve belirli günlerde oralara uğranırdı. Göktürkler ve Uygurlar bahar aylarında
yüksek yerlere çıkar Tanrıya ve ataların ruhuna kurbanlar sunardı. Temelde ve
genelde bütün Türk milletlerinde kurban ana dinsel geleneklerin başlarında
gelmiştir ve önemli bir gereklilik olarak yerine getirilmiştir. Hatta Türkler
ölmüşlerini uçmağa değerli araç-gereçlerle gömmüşlerdir ve özel kurganlar yani
anıt mezarlar yapmışlardır. Ve Türkler bu kurganları yağmalamayı savaş nedeni
olarak görmüşlerdir. Atilla’nın 477 yılında Margos psikoposunun Türk
kurganlarını yağmalayıp, soyması üzerine Balkan seferi düzenlemesi buna en
güzel örnektir. Yine M.Ö. 79 da ise Hunlar Moğol boyu olan Ohuanlarla bu yüzden
savaşmışlardır. Çünkü kurganlar yağmalanarak atalarının ruhları rahatsız
edilmiş ve de saygısızlık yapılmıştır. Buradan çıkarılacak sonuç Türklerin
atalarına tapmadığı, saygı ve sevgilerini gösterdiğidir.
Altaylılar,
Yakutlar ve Moğollarda töz denilen şekiller bulunmaktaydı ve ataların ruhlarını
simgelemekteydi. Bunlar; ağaçtan,
deriden, keçeden ve kabuktan yapılırdı. Günümüzde ise Altaylıların ana
tözü, baba tözü olarak simge bulundurmaları buna kanıttır. Ayrıca saygı duyulan
ve ölen kamların da tözleri bulunurdu. Çin kaynaklarından ise Göktürklerin töz
taşıdıklarının geçtiğini bilmekteyiz. Bunlar yıllıklarda “Tanrıların Simgesi”
adıyla geçmektedir. Ama bu tanıtım Türklere göre tanrıların simgesi olarak değil
atalarının bir anısı olarak algılanmalıdır. Uygurlu Ebu Gazi Batur Han da bu
konuya açıklık getirerek şöyle der; “Bir kişinin yakını ölünce kugurcak yapar
onu saklardı”. Altay Türkleri de bu
simgeleri ataları ve tanrı için yapmışlardır.
Türkler
genelde tözleri; tavşan, ayı, kartal şeklinde yapardı. Yakutlar genellikle kuş
simgelerini kullanmışlardır. Kuş simgesinin seçilmesinin temelinde Göktanrının yüceliği
ve aşkınlığının simgelenmesi düşüncesi yatmaktadır. Bu şekilde tanrıya atıfta
bulunulurdu. Ayrıca 12 hayvanlı Türk takvimini kullanan Türkler bu şekilde
doğadaki varlıklara değer verdiğini gösterdiler ve saygı duyduklarını bu
şekilde özdeşleştirerek aktardılar.
Reşidüddinin
menkıbesinde 24 Oğuz boyunun kuşlarla simgelendiği görülür. Cengiz Hanın da 12
Türk budununun simgesi olarak bir damga-uran yani savaş parolasının
kullandığını biliyoruz. Bazı bilim adamlarının tersine Türkler doğadakilere
tapmamış ve doğadaki varlıkların Tanrının insana armağanı olduğunu
düşünmüşlerdir. Türklerde soylarının kurt v.b. varlıklara dayandırılması ise
efsanelerde bulunmaktadır. Ama bu Türklere göre simgesel olup bahsi geçen
varlıkların kişiliklerine ve özelliklerine sahip çıkılmasıdır. Sonuç olarak
Türkler; Gök Tanrı ve ataları için, dağlara, mağaralara ve kurganlara önem
vermiş, oralarda tören düzenleyip, kurbanlar kesmişlerdir. Günümüzde de Türkler
mezar ziyaretleri yapmayı sürdürürler ve ölen kişilerin anılarının olduğu
yerler Türklerin uğrak yerleridir.
Kaynak: (Günay Tümer, Atalar Kültü, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 04; sayfa: 42, 1991)
(Harun Güngör, Başlangıçtan Günümüze
Türklerin Dini Tarihi, 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder